NATO Liderler Zirvesi, 9-11 Temmuz tarihlerinde ABD’nin başkenti Washington’da yapıldı. Zirveye Almanya adına Federal Başbakan Olaf Scholz katıldı. Zirve öncesinde ABD ve Almanya’dan yapılan ortak açıklamada, Tomahawk seyir füzeleri ve diğer uzun menzilli silahların 2026 yılı itibarıyla Almanya’ya konuşlandırılacağı belirtildi. Bu kararın ülke siyaseti ve kamuoyunda yarattığı tartışma bir yana, Sosyal Demokrat Partili (SPD) Başbakan’ın Rusya-Ukrayna savaşına işaret ederek NATO’nun ‘caydırıcılık kabiliyetini’ artırmaya başlamasının iyi olduğunu söylemesi, Soğuk Savaş söyleminin, dolayısıyla belki savaşın kendisinin de geri döndüğü yorumlarına sebep oldu. Almanya basınına göre, her ne kadar kendi ülkesinde ‘yıldızı sönse de Scholz’un yurtdışındaki nüfuzu artıyordu’.
Son bir hafta içinde ülke basınında çıkan ekonomiye dair haberler ise dünyanın hemen her yerinde farklı şekillerde tezahür eden bir tabloyu ortaya koydu: Gelir adaletsizliği ve bunun beraberinde getirdiği ‘bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ hâli… Şöyle ki; bir yandan başkent Berlin’deki sığınmacılara saati 80 cente kamu hizmetinde çalışma zorunluluğu getirilmesi teklif edilebiliyor, diğer yandan ‘süper zenginlerin daha da süper zengin olduğu’ ülkede bu öneriyi yapan ana muhalefet Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) lideri Friedrich Merz’in savaş uçağı uçurması için 111 bin euro öylece gözden çıkarılabiliyordu. Kamuoyunun bunu öğrenmesi ise bir Sol Parti milletvekilinin verdiği soru önergesi sayesinde oldu.
Federal hükümetin yabancı işçilere vergi indirimi getirme planından tüm dünyada gündem olan ABD eski başkanı Donald Trump’a suikast girişimine geçen hafta Almanya basınına yansıyan haber ve yorumlardan öne çıkan bazıları şöyleydi…
‘SCHOLZ, KENDİNİ ALIŞILMADIK BİR ROLDE BULDU’
Haftalık siyaset dergisi Der Spiegel, NATO Liderler Zirvesi’ne ilişkin “Olaf Scholz nasıl Soğuk Savaşçı oldu” başlıklı haberinde, “NATO, Rusya’ya karşı üslubunu sertleştiriyor; her şey birdenbire kulağa 40 yıl önce olduğu gibi geliyor. Olaf Scholz ise kendini alışılmadık bir rolde buluyor, belli ki bu rolden hoşlanıyor da” diye yazdı. Bazen bazı kelimelerin insanlar onlara ihtiyacı olmadığı için kaybolduğuna, Soğuk Savaş döneminde kullanılan ‘caydırıcılık’ sözcüğünün de bunlardan biri olduğuna işaret eden Der Spiegel’e göre, bu kelime Scholz’un çarşamba günü yaptığı bir açıklama ile birlikte geri dönmüş gibi görünüyor. Almanya Başbakanı, Washington’da yaptığı açıklamada, ‘Avrupa’nın Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü acımasız bir saldırı savaşı ile karşı karşıya olduğuna’ dikkat çekerek NATO’nun ‘caydırıcılık kabiliyetini yıllar önce artırmaya başlamasının iyi olduğunu’ ve ‘bundan sonra başkalarını da savaştan caydırmak için her şeyi yapması gerektiğini’ söyledi. Dergi, bu sözlere ilişkin, “Caydırıcılık Soğuk Savaş’tan kalma bir kelimeydi. Bir şeyler ters gitmezse o da geri döndü. Ve Scholz’un buna liderlik etmesi gerekiyor” değerlendirmesini yaptı. Dergi, haberinde ayrıca “Yeni Soğuk Savaş daha yeni başladı” yorumuna yer verdi. (11 Temmuz)
‘NEREDEYSE İKİ OLAF SCHOLZ VARMIŞ GİBİ…’
Başbakan Olaf Scholz’un NATO Liderler Zirvesi’ndeki tavrı ve açıklamaları ise bazı medya organlarının hoşuna gitmiş gibi görünüyor. Gazeteci Florian Harms, konuya ilişkin analizinde, “Scholz’un şaşırtıcı dönüşümü: Aniden bir dev” başlığını kullandı. “Almanya’da yıldızı sönüyor ama yurtdışında nüfuzu artıyor: Olaf Scholz, NATO Zirvesi’nde ülkesinde olduğundan tamamen farklı biri gibi görünüyor” yorumunda bulunan Harms, ülke kamuoyundaki ‘trafik ışığı’ koalisyonu tartışmalarına ve Almanya’nın NATO ve Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında üstlendiği role işaret ederek şu değerlendirmeyi yaptı: “Dolayısıyla, Olaf Scholz’a diğer NATO liderleri arasında bir lider gibi, deyim yerindeyse patronun patronu gibi davranıldı. Bu fotoğrafı, trafik ışığı koalisyonunun başındaki adamın fotoğrafı ile yan yana koyduğunuzda, göze çarpan bir tutarsızlık ortaya çıkıyor. Neredeyse iki Olaf Scholz varmış gibi görünüyor: Biri ülkesinde popüler olmayan bir siyasetçi, diğeri yurtdışında liderlik eden bir devlet adamı…” (t-online, 11 Temmuz)
‘SÜPER ZENGİNLER DAHA DA SÜPER ZENGİN OLDU’
ABD merkezli Boston Danışmanlık Grubu (BCG), Küresel Servet Raporu’nu çarşamba günü yayınladı. Rapora göre, Almanya’da geçtiğimiz yıl finansal varlıklarını açık ara en fazla artıranlar süper zenginledi. Ülkede 100 milyon dolar ve üzeri serveti olan kişilerin mal varlıkları 2023’te yüzde 10’dan fazla arttı. Dahası, bir kişinin serveti ne kadar fazlaysa mal varlığındaki artış da o kadar yüksekti. Örneğin, en fazla 250 bin doları olanların serveti yüzde 1,5 artarken, en fazla 5 milyon doları olanlar için bu oran yüzde 5’in üzerindeydi. Diğer bir deyişle, Almanya’da ‘süper zenginler daha da süper zengin’ olmuştu. (Der Spiegel, 10 Temmuz) Böylesine bir zenginlikten bahsedilen ülkenin başkentinde ise aynı günlerde başka bir plan yerel siyasetçilerin gündemindeydi. Berlin eyalet meclisindeki CDU grubu, doğudaki Thüringen eyaletinde kısmen hayata geçirilene benzer bir şekilde sığınmacılara kamu hizmetinde çalışma yükümlülüğü getirilmesini teklif etti. CDU’nun teklifine temel olan uygulama, Saale-Orla-Kreis bölgesinde şubatta başladı. Buradaki sığınmacılar, saatte 80 cente çalışıyor, bunun karşılığında kendilerine ayda en fazla 50 euro çekebilecekleri bir kart veriliyor. Bunun sebebi ise bu paranın yurtdışına havale edilmesine engel olmak. CDU’lu yerel siyasetçilere göre, Berlin için kendi geliştirdikleri plan, sığınmacıların ‘başarılı entegrasyonuna’ katkıda bulunabilir, toplumun ‘sığınmacıları daha fazla kabul etmesini’ sağlayabilir. Berlin’de CDU ile birlikte koalisyon hükümetinin bir parçası olan SPD ise plana mesafeli yaklaştığı mesajını verdi. Berlin Toplum ve Entegrasyon Senatörü SPD’li Cansel Kızıltepe, bahsi geçen planın koalisyon anlaşmalarında yer almadığına işaret ederek, plandan haberdar olmadıklarını, çalışmalarının temelini koalisyon anlaşmasının oluşturduğunu söyledi. (Berliner Zeitung, 8 Temmuz)
MERZ’İN ‘HOBİSİ’ ALMANYA’YA 111 BİN EUROYA MÂL OLDU
Berlin’de sığınmacılara kamu hizmeti zorunluluğu getirmek isteyen CDU’nun Genel Başkanı Friedrich Merz’in geçen hafta basının gündemine gelmesi ise haziran ayında savaş uçağı uçurmasının yarattığı maliyet dolayısıyla oldu. Merz, geçtiğimiz ay hava kuvvetlerinde bir eğitim uçuşuna katılmış, önce Eurofighter’da fotoğrafının çekilmesine, ardından uçağı bir süreliğine kullanmasına izin verilmişti. Konuya ilişkin Sol Parti milletvekili Cornelia Möhring’in verdiği soru önergesini yanıtlayan Savunma Bakanlığı, ‘hobi pilotu’ Merz’in bu uçuşunun maliyetinin 111 bin 242 euro (yaklaşık 4 milyon Türk Lirası) olduğunu açıkladı. Bakanlığa göre, Merz olsun ya da olmasın bu rutin uçuşlar zaten gerçekleştirilecekti, dolayısıyla Merz’in katılımı devlet bütçesine ek bir yük getirmedi. Merz’in, kendisi yüzünden yerde kalmak durumunda olan ‘yardımcı pilotun bütçelendirilmiş uçuş saatlerini’ kullandığını savunan Möhring ise aynı fikirde değildi. Möhring, konuya ilişkin değerlendirmesinde, sivil havacılık ehliyetine sahip Merz’in ‘Eurofighter’ı süpersonik hızlarda uçurmasına’ izin verilmesinin ‘normal bir eğitim uçuşu’ olmadığını, bunun bir ‘yasa ihlali ve güvenlik riski’ teşkil ettiğini söyledi. (Der Spiegel, 12 Temmuz)
‘UCUZ VE MİDE BULANDIRICI BİR PROPAGANDA’
SPD, Yeşiller ve liberal Hür Demokrat Parti’den (FDP) oluşan ‘trafik ışığı’ federal koalisyon hükümeti, geçen hafta ülkedeki kalifiye işgücü açığını kapatmak amacıyla yabancı işçilere vergi indirimi yapılması planını kamuoyuna duyurdu. Bu plan ise ana muhalefet CDU, faşist Almanya için Alternatif (AfD) ve Sahra Wagenknecht Birliği’nin (BSW) eleştirilerine sebep oldu. Söz konusu planın eşitlik ilkesi gibi çeşitli açılardan eleştirilebileceğini söyleyen gazeteci Wolfgang Hübner’e göre, bu üç partinin yaptığı ise ‘ucuz ve mide bulandırıcı bir propaganda’ olmaktan öteye geçmiyordu. “CDU ve AfD temsilcileri, sanki tek bir ağızdan konuşurmuşçasına vatandaşlara yapılacağını iddia ettikleri ayrımcılıktan şikayetçi. Maalesef ki artık Sahra Wagenknecht’in de bu tür sert tartışmaların ön saflarında yer alacağı rahatlıkla varsayılabilir” ifadelerini kullanan Hübner, Sol Parti’den ayrılarak kendi partisini kuran siyasetçinin göçmen işçilere karşı olan yaklaşımının ‘popülizmin en nahoş hali olan, insanları birbirine düşman etmek’ olduğu görüşünü dile getirdi. Ülkedeki her meselenin göçmenlerle ilişkilendirildiğine işaret eden Wolfgang Hübner, “Bunu, Wagenknecht’in BSW’sinin yakında birlikte iktidara gelmek istediği CDU’ya yaptığı bir başvuru olarak okuyabilirsiniz” yorumunda bulundu. (nd-Aktuell, 12 Temmuz)
ROBERT HABECK YA DA ‘SCHRÖDİNGER’İN ADAYI’
Almanya’da 2025 yılında yapılması planlanan genel seçimler yavaş yavaş yaklaşırken partilerin başbakan adaylarının kim olabileceği de kamuoyunda konuşulmaya devam ediyor. Bir önceki seçimde Yeşiller’in başbakan adayı olan Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Christiane Amanpour’un programında, kendi partisi içindeki adaylık yarışına katılmayacağını açıkladı. Baerbock’un yeniden aday olmak istemesinin Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı Robert Habeck ile rekabete, dolayısıyla parti içinde bir gerilim ve yıpranmaya sebep olacağı, her iki bakanın da bu süreçte resmi görevlerine odaklanamayacağı tahmin edildiğinden, bu karar parti çevrelerince bir iç rahatlaması ile karşılanmış görünüyor. Die Tageszeitung (taz) gazetesinden Tobias Schulze’ye göre, Habeck ise bu tabloda bir çeşit ‘Schrödinger’in adayı’ olarak öne çıkıyor. Schulze, Habeck’in olası adaylığı hakkında şu ifadeleri kullandı: “Habeck, uzun süredir beklediği şeyi artık yapabilir. Son federal seçimlerden önce az çok gönüllü bir şekilde Baerbock’un önden gitmesine izin vermiş ama sonrasında bunun kendisi için ne kadar zor olduğunu da bütün ülkeye anlatmıştı. O günden bu yana bu görev için aday olma arzusunda bir azalma olmadı. Şimdi nihayet buna sahip. En azından az çok… Şimdilik Schrödinger’in adayı gibi bir durumda. Herkes bunu yaptığını biliyor. Fakat partisi onu henüz resmi olarak ilan etmiş değil.” Dahası, Schulze’ye göre, bunun bir süreliğine daha bu şekilde devam ettirilmesi, yani Habeck ve partisinin tüm sorgulamaları sakin bir şekilde başından atmayı sürdürmesi esasında Yeşiller için akıllıca bile olabilir. Schulze, Habeck’in adaylığının açıklanması ile ilgili olarak, “Bunu uygulamaya geçirmek için uygun zaman sonbahar olacaktır. Adaylık kasım ayındaki parti kongresinde güzel bir şekilde sahneye konabilir” dedi. (11 Temmuz)
TRUMP’A SUİKAST GİRİŞİMİ: ‘ABD, KENDİNE GELİR Mİ?’
Son olarak, ABD’nin eski başkanı ve Cumhuriyetçilerin başkan adayı Donald Trump’a cumartesi günü Pennsylvania’daki seçim mitingi sırasında düzenlenen suikast girişimi Almanya basınında da kendisine geniş yer buldu. Der Spiegel’in Washington muhabiri René Pfister, “Donald Trump’a suikast girişimi: Saldırı sonrası şok” başlıklı analizinde, “Donald Trump, seçim kampanyası etkinliği sırasında açılan ateş sonucu hafif yaralandı. Eski başkana yönelik suikast girişiminden önce bile ABD’de siyasi iklim son derece gergindi. ABD artık kendine gelir mi?” diye sordu. ABD’nin bir dönüm noktasının eşiğinde olup olmadığını da sorgulayan gazeteci, “Siyasi şiddet, ABD’de yeni bir durum değil; başkanlar da tekrar tekrar bu şiddetin mağduru oluyor” diyerek Abraham Lincoln, John F. Kennedy ve Ronald Reagan gibi isimlere işaret etti. “Herkesin durup tehlike altında olanın ne olduğunu fark etmesinin zamanı geldi mi? Peki, ne kadar çok şey çoktan zarar gördü? Ya da tırmanış sarmalı devam edecek mi?” sorularına da yanıt arayan Pfister, “Bunlar şu anda ucu açık sorular” diye yazdı. “Eski başkanın vurulması şüphesiz ki seçim kampanyasının dinamiğini değiştirecek, tek soru bunun hangi yönde olacağı” öngörüsünde bulunan gazeteci, “Ancak kesin olan bir şey var: Trump’ın kendisi de bu 13 Temmuz’un ne kadar politik ve sembolik olduğunun hemen farkına vardı” ifadelerini kullandı. (14 Temmuz)