Evliliğin Aşk Üzerindeki Etkisi
8 mins read

Evliliğin Aşk Üzerindeki Etkisi

Psikologlara göre aşk hem normal hem de nörotik olmaktır, yaratıcı ve yıkıcıdır. Platon, aşkı güzelliği anlama ve deneyimleme isteği ya da dürtüsü olduğunu belirtir. Sokrates ise arzu olmadan aşk diye bir şeyi olamayacağını savunur. Özetle, herkesin kendine göre bir aşk tanımı vardır. Aşk birçok bileşenin bir araya gelmesiyle doğan, kesin bir tanım ile sınırlandırılamayan bir olgudur. En iyi tanımı bile hep eksik kalmıştır. Henry T. Fink, Romantic Love and Beauty adlı eserinde “Aşk öyle bir çelişkiler silsilesidir ve öyle sonsuz rengiyle biçimi vardır ki, hakkında ne söylerseniz söyleyin muhtemelen doğrudur.” demiştir.

Âşık olunan ve âşık olma süreci kişiden kişiye değişmektedir.

Birey bazen hiç tanımadığı farklı kültürlere sahip ailelerde yetişen, statü farkının bariz olduğu kişilere de âşık olabilir. Bilim insanlarının da açıklamakta zorlandığı konulardan biri budur. Yapılan araştırmalara göre, kişinin âşık olması ilk izlenim ve ilk karşılaşmadaki duygulara bağlıdır. İlişkinin başlarında kimisi “daha önce böyle bir şey hissetmedim” kimisi ise “çok aşığım” gibi ifadelerle duygularını ifade ederler. Duygular böylesine yoğunken ilişkinin başlarında sahte bir kendilik oluşturulur. Otantik (gerçeğe dayalı) olan maskelenir. Karşı tarafın taleplerine uyum gözlenir; “aşk özveri ister” kalıbı ile başlayan ilişki evliliğe evrildiğinde “ödün veriyorum” ile devam edebilir.

İlişkinin başlarında aşkın vermiş olduğu coşku ile çılgınlıklar yapan, spontane bir şekilde yaşayan bireylerin evlendikten sonra durağanlaşması aslında kişiliklerinin özüne dönmesi, maskenin düşmesi olarak anlamlandırılabilir. Bunu bilinçli bir göz boyama olarak değil, kişinin elde etme arzusu ile karşındakinin arzusunu tatmin etmek olarak adlandırabiliriz. Hayatta her şey bir süre sonra şekil değiştirir, aşk da bir süre sonra ya şekil değiştirecektir ya zamanla sevgiye evrilecektir ya da bitecektir. İlişkinin yeni geldiği nokta çiftleri korkutsa da aşkın sevgiye dönüşmesi ilişkinin kaybı değildir. Bilhassa uzun ilişkilerin sırrı, aşkı sevgiye dönüştürmektir.

Aşkla sevgi arasındaki farkı, bilim kimyasal maddeler ve hormonlarla açıklar. İlişkinin başında beyin, aşkın ilk aşaması olan büyüleyici fazda feniletilamin, dopamin ve norepinefrin salgılamaya başlamaktadır. Serotonin denilen beyin kimyasalında düşüş görülür. Bu obsesif kompulsif bozuklukların en önemli özelliğidir. Serotonindeki bu azalma, âşıkların sevdikleri kişiye karşı takıntılı özellikler geliştirmelerini, ondan başka bir şey düşünememelerini açıklayabilmektedir. Bu duygular sevgililerin, ilişkinin ilk aşamalarında eşlerinin olumsuz özelliklerini görmezden gelmelerini ve yalnızca iyi özelliklerine odaklanmalarını da açıklamaktadır. Âşıkken erkekte testosteron azalır ve kadında ise bu hormon artmaktadır. Aşk sevgi bağına dönüştükçe de artan hormonlar azalır. Bu dönemde oksitosin ve vazopressin atarak çiftler arasında bağın kuvvetlenmesini sağlar.

Fenetilamin, aşkın molekülüdür. Aşktan sorumlu, mutluluk veren maddelerden biridir.

. Görsel uyaranlar salınımını arttırır. Aşkta ortaya çıkan gözbebeklerinin büyümesi, karında kan çekilmesine bağlı kramp tarzı duygu, dudaklarda ve cinsel organlarda kanlanmanın artması, fiziksel ve duygusal olarak enerji artışı gibi etkilere neden olmaktadır. Dopamin; beynin ödül sisteminin merkezinde yer alır. Ödül kimyasalıdır. Âşık olunan kişiye karşı ilgi ve dikkatin artmasına neden olmaktadır. Aşkın başladığı ilk evrede; hiperaktivite, kısa süreli hafıza, uykusuzluk, konuşkan, coşkulu, öforik olma, cinsel dürtüde artış gıda alımının azalması, dopamin etkisine dayanmaktadır. Âşık olduğumuz kişiyi düşündüğümüzde salınımı artmaktadır. Âşık olmak, kan akışının beynimizin zevk merkezine (nükleus akumbens) doğru artmasına neden olur. İnsanlar âşık olduklarında beynin bu bölümü MR taramalarında ışık saçar. Bu, daha çok çiftler birbirleriyle etkileşim içinde olduklarında ve birbirlerine odaklandıklarında gerçekleşmektedir.

Feniletilaminde, mezolimbik dopamin salınımını artırır. Norepinefrin; aşkta kalp atış hızından sorumludur. Bu üç kimyasalın karışımı ile aşk ve aşkın ilk fazı oluşur. Bu üç kimyasalın altı ayla üç yıl arası zaman diliminde salınımı azalır. Gerçek bir aşk var ise ikinci faza geçilir. İkinci fazda endorfinler rol oynar. Endorfinler; ilişkide içtenlik, sıcaklık, güven ve bağlılık verir. İkinci faz birinci faz kadar heyecan verici değildir. Fakat ilişkideki bağlılığın temellerinin atıldığı dönemdir. İlişkide bağlılığı artıran ve aşkın üçüncü fazında etkili olan hormon oksitosindir. Oksitosin ve vazopressin hormonları beyne nüfuz ederken, çekim evresi biter ve bağlanma evresi başlar. Bu yeni hormonlar, insanın kendini iyi ve güvenli hissetmesine yol açar. Kadınların gebelik ve emzirme dönemlerinde yoğun olarak salınımının artığı bir hormondur. 

Aşkın doğasını bilimsel yöntemlerle anlatmaya çalışan Michel Odent, Aşkın Bilimsel Yüzü kitabında oksitosinin tüm duygu ve düşünceleri değiştirebileceğini iddia ediyor. Orgazm sırasında bolca salgılanan bu hormon sevecen bir davranış, dokunuş, kucaklama ile ortaya çıkıyor. Stres bu hormonun salgılanmasını negatif yönde etkiliyor. Aşkın kimyasıyla ilgili ilk bulunan hormonlardan biri de kişiye ait cinsel kokular yani feromonlardır. İnsanlar geçmiş zamanlarda henüz adını koymasalar da kişiye ait kokunun cinsel isteği etkilediği fark edilmiştir.

Bilimsel veriler ışığında bizim tanımladığımız aşk evrilmektedir ve evrilmelidir de. Her döneminde farklı norölojik ve psikolojik tepkileri bulunmaktadır. Aşk diye bahsettiğimiz şey ilişkinin başlangıç evresidir. Bu evre, sırası ile kendini yeni evrelere bırakmaktadır.

Evlilikte aşk ilk halinde olmadığı gibi bitti de denemez. Bir bebek doğduğunda küçücüktür. Parlak ve diri bir cilde sahiptir. Yıllar içinde değişir, kırk yaşına gelir. Boyu, yüzü, cildi, elleri, her şeyi değişmiştir. Peki bunca şey değişti diye ilk doğan çocuk ölmüş müdür? Aşkta böyledir; coşkulu doğar, değişir olgunlaşır. Tabi her doğan yeni birey gibi aşkta sonunda ölecektir. Kimi bir yılda, kimi iki yılda, kimi bir ömür yaşayıp ölecektir. Nasıl ki yeni doğan birey ona yapılan bakımla büyürse, aşkta gereken ilgiyi görürse bir ömür yaşar. Aksi halde ömrü kısa olabilir. Kısacası gereken ilgiyi gören aşk değişirken ilgi ve bakım görmeyen aşk ölür. Sevgiye evrilmesi ise bir kayıp değil, kazanımdır.

Aşkınızın sevgiye evrilmesi dileğiyle…

Instagram

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir